İsim ve müsemma konusu, ismin delalet ettiği nesneye nispetiyle ilgilidir. İsmin, müsemmanın hakikatini aynen yansıttığı görüşünü savunanlara göre isimler tevkifidir. İsimle müsemma arasındaki nispetin zorunlu olmadığını savunanlar ise bu nispetin bazen doğru bazen yanlış olabileceğinden hareketle kesbî olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kelamcılar, Allah’ın zatı ile isim ve sıfatları arasındaki ilişki bağlamında, yani ilahî isim ve sıfatların Allah’ın zatının aynı veya gayrı oluşunu belirlemek için isim ve müsemma konusuna eğilmişlerdir. Bu nedenle isim ve müsemma konusunun, ilahi sıfatlar meselesinin bir bölümünü teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Cehmiyye, Mutezile, Şia ve hatta Eş’ârîlik’te, ismin müsemmadan ayrı olduğu görüşü savunulurken, Siracüddin Ali b. Osman el-Ûşî’nin de içinde bulunduğu Mâtürîdîler, ismin müsemmadan ayrı olmadığı iddiasını ileri sürmüşlerdir. Bununla ilgili olarak Emâlî Kasidesinin 8. Beytinde, “... İsim müsemmadan gayrı değildir.” ifadesi yer almaktadır. Buna göre, isim ve sıfatların Allah’ın zatına nispet edilmesi tevhid inancına zarar vermez, bilakis isimlerin müsemmanın gayrı olarak düşünülmesi tevhid inancına halel getirir. Çünkü isimle müsemmanın aynılığı, İmam Mâtürîdî’nin görüşlerinde de yer aldığı üzere, Allah’ı duyulur âlemin kavramlarıyla ifade etmek, Onunla diğer varlıklar arasında bir benzerlik kurmayı gerektirmez. Hatta isimleri Allah’ın zatına delalet eden birer vasıta olarak görmek de mümkündür. Nitekim isim ve sıfatlardan soyutlanmış bir Yüce varlığı tanımak imkansızdır. Allah hakkında bilgi sahibi olmak, onun isim ve sıfatlarını bilmeyi gerektirir. Sonuç olarak Ûşî’ye göre Allah, Kur’an’ın tabiriyle, Hz. Adem’e bütün isimleri tevkifi ve talimi yolla bildirmiş ve her ismin hakikatine uygun bir gerçekliği var kılmıştır.
Alan : İlahiyat
Dergi Türü : Ulusal
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|