Osmanlı sağlık sistemi, III. Selim döneminden itibaren yapılmaya başlanan köklü ıslahatlara kadar Selçuklu döneminin değerler silsilesine dayanmıştır. Dârüşşifâ, bimarhâne, timarhâne isimleriyle anılan dönemin sağlık kuruluşları, devlete ait resmî kurumlar olmayıp bürokrasi ve halktan şahısların hayratı olarak kurulmuştur. Klasik dönemde kurulan Hekimbaşılık müessesesi ise daha çok saray ve orduya yönelik sağlık hizmetlerini sevk ve idare etmek amacıyla ihdas edilmiştir. Avrupa’da ve Osmanlı ülkesinde halkın sağlıkla ilgili ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanmadığı bu uzun dönemde, kitlelerin sağlık ve tedaviyle ilgili sorunları büyük kentlerde hekimler, cerrahlar ve vakıf hastaneleri aracılığıyla çözülmeye çalışılmıştır. Taşraya doğru gidildikçe ve büyük halk kitleleri söz konusu olduğunda bu görevi daha çok şeyh, hoca, ocaklı, okuyucu-üfürükçü gibi geleneksel tıp, halk hekimliği ile izah edebileceğimiz unsurlar üstlenmiştir. Türklerde halk hekimliğinin menşei ise dini ve dünyevi bakımlardan olağanüstü yetilere sahip olduklarına inanılan Şaman, Kam’lara dayanmaktaydı. Halk inançlarında Şamanların, din adamı olduklarına, kötü ruhları vücuttan kovduklarına ve hekim olarak sağaltıcı kabiliyetlere sahip bulunduklarına dair güçlü bir düşünce ve kanaat hâkimdi. İslamiyet’in kabulüyle birlikte kitlelerde bulunan bu inançlar, tamamıyla unutulmamış, İslâmî halk inançları içerisine taşınarak yaşamaya devam etmiştir. Bu bağlamda Şamanlar hekimlik görevlerini daha çok ocaklı olarak devam ettirseler de dini görevlerini ve birtakım şifacılık vazifelerini İslâmî veli kültüne devretmişlerdir. Böylece sûfîler Selçuklu ve ardından Osmanlı dönemi halk inançları içerisinde, geleneksel, halk hekimliğinin önemli bir parçasına dönüşmüştür. Sûfîler, Osmanlı toplumunda kurdukları tekke ve zaviyelerle sosyal ve içtimai hayat ile bütünleşmiş, göçerlerin iskânından, ulaşıma, misafirlerin konaklamasına, münzevi yerlerin güvenliğinden nihayet psikolojik ve bedensel birçok hastalığın tedavisine kadar devlet ve toplum için çok mühim işleri yerine getirmişlerdir. Onların Allah dostu, keramet sahibi, veli şahsiyetler oldukları yönünde halk arasında bulunan güçlü inanç, şifacılıklarının kayıtsız şartsız kabullenilmesinde de başat rol oynamıştır. Nitekim halkın başta akıl hastalıkları olmak üzere mide ağrısı, baş ağrısı, vücudun muhtelif yerlerinde görülen ağrılar, çocukların sağlık sorunları, kısırlık, aile içi huzursuzluğa yol açan davranış bozuklukları, salgın hastalıklar hatta hayvanlarda görülen bazı hastalıklara kadar hemen her türlü sağlık sorununda sûfîlere müracaat ettikleri görülmektedir. Öyleki sûfîlerin bu şifacı yetenekleri yer yer bizzat devlet tarafından desteklenerek resmi bir mahiyet de kazanmıştır. İşte bu çalışma bugüne kadar halk hekimliği bağlamında pek ele alınmayan sûfîlerin Osmanlı tarihsel düzleminde bu yönlerini araştırmak, birtakım hastalıklara dair uyguladıkları tedavi yol ve yöntemlerini ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Konu dua, zikir, nazar, rukye, türbe ziyaretleri gibi manevi uygulamalar ile diyet, oruç, bitkisel karışımlar vb. zahiri pratiklerin ele alındığı iki ana başlık altında izah edilmeye gayret edilmiştir. Çalışmada döneme ait kronikler, sûfî çevrelere ait eserler, menakıbnameler, hatıratlar, arşiv kaynakları ve çağdaş araştırmalardan istifade edilmiştir.
Alan : İlahiyat
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|