Anadolu coğrafyası, binlerce yıldır din ile iç içe bir yaşamın var olduğu bir bölgedir. Tarihi 12 bin yıl öncesine dayanan Şanlıurfa’daki Göbeklitepe ibadet alanı, bu topraklardaki Tanrı inancının, dinin ve dini yaşamın kökenlerini bilinenden binlerce yıl geriye çekmiştir. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin devamı olarak 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Halifeliği tamamen kaldırdı veya bir görüşe göre Halifeliği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) varlığına mündemiç hale getirdi, ancak nihayetinde dinî hukuk normlarını, yani İslâm şeriatını güncel mevzuatın dışına çıkartan adımlar attı, seküler bir Anayasa oluşturdu. 1937 yılında Anayasa maddesi haline gelen “Laiklik” ilkesi, devletin temel özelliklerinden bir tanesi oldu. Din ve sekülarizm -Türkiye’de uygulanan haliyle laiklik/laikleştirme- birlikte düşünülmesi gereken konulardır. Din ve devlet işlerinin hukuki ve yapısal olarak ayrılması esasına dayanan laiklik ilkesi ile dinin toplumsal ve siyasal hayattan çekileceği, vicdanlarda kalacağı ve kamusal yaşamda etkili olmayacağı düşünülmüştür. Ancak bu gerçekleşmemiş, 1950’de yönetimi seçimle devralan Demokrat Parti iktidarı ile birlikte, toplumdaki dinî değerler ve yaklaşımlar siyasal yaşamı etkilemeye başlamış, toplumsal hayatta din yeniden öne çıkmıştır. Osmanlı Devleti döneminde devlet yönetiminde laikleşme adımları ve toplumda ise sekülerleşme sürecinin emareleri yaşanır. Bu süreç, Cumhuriyet döneminde laiklik ilkesine bağlı olarak sekülerleştirme olarak tezahür etmiştir. Böylece, yüz yılı aşkın süredir devam eden Osmanlı-Türk modernleşmesi başka bir evreye geçmiştir. Cumhuriyet’in kurucu iradesi ve resmi-merkez ideoloji tarafından yürütülen laiklik ilkesi modernizasyon projesi olarak uygulanmıştır. Bu sebeple, devlet yapısını değiştiren laiklik siyasi-hukukî, toplumun seküler yönde değişimini ifade eden sekülerleşme ise sosyolojik bir kavramdır. 2010’lu yıllara değin Türkiye’de yaşanan süreç, temelde baskıya, zora ve hukuki cezalandırmaya dayalı laiklik uygulamasının, tepeden inmeci bir anlayışla siyasi-sosyal bir proje olarak uygulanmasıdır. Elbette, bu yıllarda sekülerleşme olur, ancak bu süreç laiklik baskısı altında yaşanır. Önce laikliğin meşrulaştırılması, devamında dinin laik ve demokratik düzende var olması, nihai noktada ise dinî yaşamın ifade biçimlerinin, temsillerinin ve uygulamalarının hangi ölçülerde toplumsal yaşamda var olacağı, Cumhuriyet tarihi boyunca tartışılan konular olur. Sosyolog Cahit Tanyol (1914-…) ve Şerif Mardin (1927-2017), her ikisi de, bu konularda yoğun olarak çalışmış, din ve laiklik (sekülarizm) üzerine, temel, etkili, belirleyici ve ana akım yaklaşımlar oluşturan düşünceler ortaya koymuşlardır. Cahit Tanyol’un ve Şerif Mardin’in bu konudaki yaklaşımlarının karşılaştırmalı incelemesi, Cumhuriyet tarihine ve bugüne dair derinlikli bilgiler, geleceğe ilişkin de anlamlı bir perspektif sunar.
Alan : Güzel Sanatlar; İlahiyat; Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|