İslam medeniyetlerinde, özellikle de Osmanlılarda, mûsikî, ebrû, hüsn-ü hatt gibi birtakım sanatlara, nefsin terbiyesi ve hakikati bütüncül olarak kavrama ödevlerini kendisine meslek edinen tasavvuf erbabının; yani sûfîler ile irfan ehlinin özel bir ilgisi olmuştur. Dahası, bu sanatlar arasında “tasavvuf mûsikîsi” örneğinde olduğu gibi, tasavvufun adını nakşettiği ve geliştirdiği sanat dalları ortaya çıkmıştır. Bu tebliğde, İslam nazarî gelenekleri içinde sanatla bu denli iç içe olması bakımından eşsiz bir konuma sahip olan tasavvufun sahip olduğu nazarî ilkelerin sanat intaç eden boyutları tartışmaya açılacaktır. Bunların başında, varlığın Hakk’tan nüzulünü ifade eden bütün güzelliklerin kaynağı ilâhî sıfatların tecellisi düşüncesi ile mevcudatın, güzelleşmek ve yetkinleşmek yani ihsan boyutuna yükselmek için yeniden O’na yönelmesini ifade eden urûc düşüncesi gelir. Tasavvuf mûsikîsinin dayandığı ve Safiyyüddin el-Urmevî (ö. 1294) ile takipçisi Abdülkâdir el-Merâğî’nin (ö. 1435) büyük ölçüde inşa ettiği sistemci gelenekte tiz ve pes sesler, ses lokasyonları, ses aralıkları, aralıklar arasındaki nispetler, uyumlu ve uyumsuz aralıklar gibi makamların dayandığı matematik-fizik zeminin keşfi nüzul süreciyle ilişkili olarak okunabilir. Öte yandan bu zemin üzerinde yükselen makamların terkibi ve bu makamlarda eserlerin bestelenmesi ise varlığı güzel kılma ve yetkinleşme çabası olarak urûc süreciyle ilişkilendirilebilir. Bu tebliğde böyle bir okuma/yorumun imkânı, mûsikî nazariyatçılarının yanı sıra felsefî-irfânî gelenek içinde yer alan ve mûsikîyle ilgili felsefî açıklamalarda bulunan Celâleddin er-Rûmî (ö. 1273) ve İbnü’l-Arabî (ö. 1240) gibi isimlerin düşünceleri eşliğinde tartışmaya açılacaktır.
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|