1980’li yıllar ile birlikte tüm dünyada uygulanmaya çalışılan neo-liberal ekonomi politikaları sonucunda artan dış ticaret hacmi, hızlanan uluslararası sermaye hareketleri ve buna bağlı bir şekilde gelişen finansal piyasalar, ülke ekonomilerinde para politikalarının etkinliğini öne çıkarmıştır. 1980’lerle birlikte sermaye akımlarının ülkeler için yarattığı olumlu ve olumsuz neticeler, bu yıllarda görülen finansal krizlerin nedenleri arasında gösterilmektedir. Bu nedenle merkez bankaları, uyguladıkları para politikalarıyla krizleri önceden tahmin ederek ya bu kriz yaratan unsurları ortadan kaldırmalı ya da krizler olduğunda, krizin etkilerini azaltması gerektiği düşüncesi öne çıkmıştır. Bunu gerçekleştirebilmek için elinde bulundurduğu argümanları hızlı ve etkin olarak kullanabilmesi gereklidir. İşte bundan dolayıdır ki bazı iktisatçılar merkez bankasının etkin olabilmesi için uygulayacağı politikalar bakımından bağımsız olması gerektiğini ileri sürmektedirler. Çünkü hükümetler oy kaygısıyla kaynakları sorumsuzca kullanabilir ve gelecek nesiller üzerinde yükler yaratabilirler. Bu görüşün karşısında olan iktisatçılar ise, ekonomi politikalarında etkinliğin hükümetlerin elinde olması gerektiği, bu nedenle merkez bankaları uygulayacakları politikalarda hükümet programlarına uyumlu hareket etmesi gerektiği düşüncesindedirler. Merkez bankaları hesap verme yükümlülüğü olmamasına rağmen, hükümetlerin seçmenlerine hesap verme yükümlülüğüne sahip olması olarak gösterilmektedir. O zaman uygulanacak para ve maliye politikaların sorumluluğu da hükümetlerin üzerinde olmaktadır. Bu çalışmada 2002’den sonra TCMB’nin enflasyon hedeflemesi rejiminde maliye ve para politikaları açısından uyumu ve başarısı sorgulanmaktadır.
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|