Kullanım Kılavuzu
Neden sadece 3 sonuç görüntüleyebiliyorum?
Sadece üye olan kurumların ağından bağlandığınız da tüm sonuçları görüntüleyebilirsiniz. Üye olmayan kurumlar için kurum yetkililerinin başvurması durumunda 1 aylık ücretsiz deneme sürümü açmaktayız.
Benim olmayan çok sonuç geliyor?
Birçok kaynakça da atıflar "Soyad, İ" olarak gösterildiği için özellikle Soyad ve isminin baş harfi aynı olan akademisyenlerin atıfları zaman zaman karışabilmektedir. Bu sorun tüm dünyadaki atıf dizinlerinin sıkça karşılaştığı bir sorundur.
Sadece ilgili makaleme yapılan atıfları nasıl görebilirim?
Makalenizin ismini arattıktan sonra detaylar kısmına bastığınız anda seçtiğiniz makaleye yapılan atıfları görebilirsiniz.
 ASOS INDEKS
 Görüntüleme 14
 İndirme 1
Fıkıh Usûlünde İllet Hüküm İlişkisi
2022
Dergi:  
Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi
Yazar:  
Özet:

İslam hukukunda, nassın uygulama alanını genişletme yollarından biri olarak kabul edilen kıyasın ana rüknü olan illet ile hüküm arasındaki ilişkisi meselesi, pratik yönü olduğu kadar teorik yönü de olan bir konudur. İslam hukuk metodolojisinin tedvin edilmeye başlandığı hicri üçüncü asırdan itibaren illetin mahiyetine ilişkin farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Kelâmî anlayışların etkili olduğu bu konu, tedvin döneminden tahkîk dönemi olan hicri yedince asra kadar farklı değerlendirmelere konu olmuş ve illetin mahiyetine dair dört faklı anlayış ortaya çıkmıştır. Bu anlayışları ifade etmek için üç farklı kavram grubu kullanılmıştır. Bunlardan ilki alem, alâmet, emâre ve muarrif; ikincisi dâî, müessir ve mûcib; üçüncüsü ise bâistir. İkinci grubun kullanımında bazı farklılık bulunmaktadır. Usûlcülerin bir kısmı mûcib ve müessir kavramlarıyla birlikte zâtî kavramını kullanırken bazıları da ca’lî kavramını kullanmışlardır. Bunun sonucunda alem/alâmet/emâre/muarrif, zâtî mûcib/müessir, ca’lî mûcib/müessir ve bâis olmak üzere dört farklı illet düşüncesi ortaya çıkmıştır. Alem/alâmet/emâre/muarrif illet düşüncesi, Şâfiî’den (ö. 204/820) Râzî’ye (ö. 606/1210) kadar çoğu mütekellimîn usûlcünün yanı sıra Alauddîn es-Semerkandî (ö. 539/1144) hariç Hanefi usûlcüler tarafından savunulmuştur. Vahiy gelmeden önce illet bulunduğu halde hükmün bulunmamasından hareket eden bu usûlcüler, illetin hüküm üzerinde bir etkisinin olmadığını, sadece hükmün varlığına gösterge olduğunu savunmuşlardır. Zâtî mûcib/müessir illet düşüncesi, Kâdî Abdulcebbâr (ö. 415/1025) ve Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (ö. 436/1044) gibi Mu’tezilî usûlcüler tarafından benimsenmiştir. Bu usûlcülere göre, hükmün illete bağlanması, illetin hüküm üzerinde etkisinin olduğunu göstermektedir. Bunlar, bu etkinin Allah tarafından illete yüklendiğini kabul etmekle birlikte illetin bizzat kendisi hükmü gerekli kıldığını savunmuşlardır. Mu’tezilî usûlcülerin bu görüşü, hüsün ve kubuh anlayışlarının sonucu olduğu kabul edilmektedir. Ca’lî mûcib/müessir illet düşüncesi Gazâlî (ö. 505/1111), Semerkandî, Üsmendi (ö. 552/1157) ve Lâmişî gibi usûlcüler tarafından tercih edilmiştir. Bunlar da bir öncekiler gibi illetin hükme bağlanmasından hareketle bu görüşü savunmakla birlikte, illetin hüküm üzerindeki etkisi illetin varlığı esnasında Allah tarafından yaratıldığını müdafaa etmişlerdir. Bâis illet düşüncesi ise Seyfuddîn el-Âmidî (ö. 631/1233) tarafından savunulmuştur. Bu kavram her ne kadar ilk bakışta Şâri’i hüküm vermeye sevk eden etken manasına gelse de Âmidî tarafından “Şâri’in, hükmü koyarken maksadı olmaya elverişli hikmet içeren vasıf” şeklinde farklı bir anlam yüklenmiştir. Âmidî’nin illetin mahiyetini tespit etmede göz önünde bulundurduğu şey, yararın elde edilmesi ve zararın engellenmesi manasına gelen ve İslam hukukunun ana ilkesi olarak kabul edilen makâsıdü’ş-şerîadır. Usûlcüler tarafından illetin mahiyetini ifade etmek için farklı kavramlar kullanılsa da onlar hükmün hâkimi konusunda görüş birliği içerisindedirler. Usûlcüler, illetin mahiyetini ifade etmek için hangi kavramı tercih ederlerse etsinler, gerçek manada hüküm koyanın illet değil, Allah olduğu ve bu meselenin aynı zamanda bir iman meselesi olduğu konusunda hemfikirdirler.

Anahtar Kelimeler:

The Relationship Between Justification and Judgement In Usul Al-fiqh
2022
Yazar:  
Özet:

In Islamic jurisprudence, the issue of the relationship between the cause and the judgement, which is the main pillar of qiyas, which is accepted as the most common way of extending the ruling of the nass, is a subject that has a theoretical aspect as well as a practical aspect. Since the third century of Hijri, when the methodology of Islamic jurisprudence began to be codified, there have been different considerations regarding the nature of the cause. This issue, which was influenced by theological understandings, was subject to different evaluations from the period of classification to the seventh century of Hijri, the period of tahkik, and four different understandings of the nature of the cause emerged. Three different groups of concepts were used to express these understandings. The first of these is alem, alām, emāra, and muarrif; the second is dāî, muessir, and mūjib; and the third is bāris. There are some differences in the use of the second group. While some of the usul al-usūlīs used the concept of zātī together with the concepts of mūjib and mujtahir, others used the concept of ca'lī. As a result, four different ideas of cause have emerged, namely, the realm/alām/emāra/muarrif, the essential /mūjib, the ca'lī /mūjib, and bāis. The idea of emāra/indication/muarrif illa was defended by most of the mutakallimīn jurists from al-Shāfiʿī (d. 204/820) to al-Rāzī (d. 606/1210), as well as by Hanafi jurists except Alauddīn al-Samarqandī (d. 539/1144). According to them, the absence of a judgement despite the existence of a cause before the revelation indicates that the cause does not have any effect on the judgement, but only indicates the existence of the judgement. The idea of emāra/indication/muarrif illa was defended by most of the mutakallimīn jurists from al-Shāfiʿī (d. 204/820) to al-Rāzī (d. 606/1210), as well as by Hanafi jurists except Alauddīn al-Samarqandī (d. 539/1144). According to them, the absence of a judgement despite the existence of a cause before the revelation indicates that the cause does not have any effect on the judgement, but only indicates the existence of the judgement. The Ja'lī mūjib cause conception was favoured by jurists such as al-Ghazālī (d. 505/1111), al-Samarqandī, al-Usmandī (d. 552/1157) and al-Lāsmihī. They, like the previous ones, defended this view based on the connection of the cause to the judgement, but they argued that the effect of the cause on the judgement was created by God during the existence of the cause. The idea of bāis illaq was defended by al-Sayfuddīn al-Āmidī (d. 631/1233). Although this concept at first glance means the factor that prompts the Shāri'ī to issue a judgement, al-Āmidī gives it a different meaning as "the attribute that contains wisdom that is suitable for being the Shāri'ī's intention while issuing a judgement". What al-Āmidī takes into consideration in determining the nature of the cause is the main principle of Islamic law, which is maqāṣid al-shari'ah.

Anahtar Kelimeler:

Atıf Yapanlar
Bilgi: Bu yayına herhangi bir atıf yapılmamıştır.
Benzer Makaleler










Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi

Dergi Türü :   other

Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi