Bu çalışmada, birbirine taban tabana zıt iki farklı İbn Haldun okumasının mevcut olduğu vurgulanmış, söz konusu farklı okumalar, onun din-devlet ilişkileri ile ilgili görüşleri esas alınarak incelenmiş ve hangi İbn Haldun tasavvurunun daha doğru olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. İbn Haldun’un laik devlet idaresini savunduğunu iddia eden yaklaşımın çoğunlukla aydınlanmacı-pozitivist dünya görüşüne bağlı olduğu ve onun akli siyaset-dini siyaset, halifelik-mülk ve akli bilimler-dini bilimler ayrımına dayandığı tespit edilmiştir. Tam aksi bir düşünceyi savunan ikinci yaklaşımın ise, aydınlanmacı-pozitivist paradigmanın evrensel insanlık evrimi şemasını reddettiği, İslam medeniyeti ile Hıristiyan-Batı medeniyetinin tarihi –kültürel birikim ve tecrübesinin farklılığını vurguladığı, İslam düşünce geleneğine mensup olan İbn Haldun’un laiklik gibi Batı’nın özgül tarihi-kültürel tecrübesinin ürünü olan bir ilke ile ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını iddia ettiği belirlenmiştir. İslam dininin kurumsal yapısının Hıristiyanlıktan farklı olması; Kilise gibi dini temsil eden, ekonomik, hukuki, siyasi ve entelektüel güç odağı haline gelmiş bir örgütün mevcut olmaması; İslam düşünce geleneği ve hukuk anlayışının toplumsal gerçekliğe uyum kabiliyetinin ileri düzeyde olması gibi argümanlardan hareketle, İslam dünyasında, Batı’nın aksine, din ile devlet ve diğer kurumlar arasında çatışma doğmadığı vurgulanmış, İbn Haldun’un geleneksel İslam düşüncesine uygun olarak din-devlet birlikteliğini açıkça savunduğu belirtilerek, onun laik devlet idaresine taraftar olmadığı ve dolayısıyla onu, İslam düşünce geleneğine bağlı bir düşünür olarak tasavvur eden yaklaşımın isabetli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu çalışmada, birbirine taban tabana zıt iki farklı İbn Haldun okumasının mevcut olduğu vurgulanmış, söz konusu farklı okumalar, onun din-devlet ilişkileri ile ilgili görüşleri esas alınarak incelenmiş ve hangi İbn Haldun tasavvurunun daha doğru olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. İbn Haldun’un laik devlet idaresini savunduğunu iddia eden yaklaşımın çoğunlukla aydınlanmacı-pozitivist dünya görüşüne bağlı olduğu ve onun akli siyaset-dini siyaset, halifelik-mülk ve akli bilimler-dini bilimler ayrımına dayandığı tespit edilmiştir. Tam aksi bir düşünceyi savunan ikinci yaklaşımın ise, aydınlanmacı-pozitivist paradigmanın evrensel insanlık evrimi şemasını reddettiği, İslam medeniyeti ile Hıristiyan-Batı medeniyetinin tarihi –kültürel birikim ve tecrübesinin farklılığını vurguladığı, İslam düşünce geleneğine mensup olan İbn Haldun’un laiklik gibi Batı’nın özgül tarihi-kültürel tecrübesinin ürünü olan bir ilke ile ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını iddia ettiği belirlenmiştir. İslam dininin kurumsal yapısının Hıristiyanlıktan farklı olması; Kilise gibi dini temsil eden, ekonomik, hukuki, siyasi ve entelektüel güç odağı haline gelmiş bir örgütün mevcut olmaması; İslam düşünce geleneği ve hukuk anlayışının toplumsal gerçekliğe uyum kabiliyetinin ileri düzeyde olması gibi argümanlardan hareketle, İslam dünyasında, Batı’nın aksine, din ile devlet ve diğer kurumlar arasında çatışma doğmadığı vurgulanmış, İbn Haldun’un geleneksel İslam düşüncesine uygun olarak din-devlet birlikteliğini açıkça savunduğu belirtilerek, onun laik devlet idaresine taraftar olmadığı ve dolayısıyla onu, İslam düşünce geleneğine bağlı bir düşünür olarak tasavvur eden yaklaşımın isabetli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Alan : Güzel Sanatlar; İlahiyat; Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|