Kent krallıkları ile partikülarist bir görünüm sergileyen Anadolu’da Hititler’in merkezi bir devlet oluşturma sürecini başlatması, MÖ 17. yüzyılda, bugünkü Çorum ili sınırları içindeki Boğazköy’ü (Hattuşa kentini) başkent olarak belirlemesine tekabül eder. Merkezi devlet sınırları içinde sosyal, siyasi ve dini yapılarını yansıtan pek çok kent kuran Hititler’in sözkonusu dönemdeki kentleşme süreçleri, kendilerinden sonraki toplumları da etkilemiş, bu toplumların kentleşme süreçlerine de damgasını vurmuştur. Dolayısıyla bizlere bıraktığı bu mirasın yapısal özelliklerini incelemek sadece o dönemi değil, günümüz kentlerini de kavrayabilmek açısından büyük bir öneme sahiptir. Anadolu coğrafyasında imparatorluk tipi ilk devlet örgütlenmesini hayata geçiren toplum olarak bilinen Hititler’de, gelişmiş bir siyasal yapının yanı sıra; canlı ve etkin bir kentsel yaşantı, çağının çok ötesinde bir diplomatik işleyiş, mesleki ve sosyal katmanlaşma ile artı-ürünün dağıtımının gerçekleştirildiği devasa ve alabildiğine renkli pazaryerlerinin bulunduğu bir ekonomik ve ticari sistem de yaratılmıştır. Fakat kentler, surlarla çevrili bir alandan ibaret değildir, daha çok geniş sınırları olan yerleşim yerleridir ve teokratik-monarşik bir yönetim sisteminin hâkim olması nedeniyle salt idari bir kimlik değil, dini bir kimlik de taşımaktadır. Ayrıca kentler, din adamları, yöneticiler ve halkın bir arada yaşadığı yerleşim birimleri de olmamıştır; sıradan halk diye tabir edilebilecek insanlar yaşamlarını küçük köy topluluklarında idame ettirmiştir. İktisadi yapısını tarım ve hayvancılığın belirlediği Hitit uygarlığında kentlerin ortaya çıkışı, öncelikle coğrafi ve fiziksel özelliklere, diğer bir deyişle güvenlik ve maişet kaygılarına göre biçimlenmiştir. Sonrasında ise iktisadi ilişkilerin üzerine siyasi-kültürel bir yapının kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kent krallıkları ile partikülarist bir görünüm sergileyen Anadolu’da Hititler’in merkezi bir devlet oluşturma sürecini başlatması, MÖ 17. yüzyılda, bugünkü Çorum ili sınırları içindeki Boğazköy’ü (Hattuşa kentini) başkent olarak belirlemesine tekabül eder. Merkezi devlet sınırları içinde sosyal, siyasi ve dini yapılarını yansıtan pek çok kent kuran Hititler’in sözkonusu dönemdeki kentleşme süreçleri, kendilerinden sonraki toplumları da etkilemiş, bu toplumların kentleşme süreçlerine de damgasını vurmuştur. Dolayısıyla bizlere bıraktığı bu mirasın yapısal özelliklerini incelemek sadece o dönemi değil, günümüz kentlerini de kavrayabilmek açısından büyük bir öneme sahiptir. Anadolu coğrafyasında imparatorluk tipi ilk devlet örgütlenmesini hayata geçiren toplum olarak bilinen Hititler’de, gelişmiş bir siyasal yapının yanı sıra; canlı ve etkin bir kentsel yaşantı, çağının çok ötesinde bir diplomatik işleyiş, mesleki ve sosyal katmanlaşma ile artı-ürünün dağıtımının gerçekleştirildiği devasa ve alabildiğine renkli pazaryerlerinin bulunduğu bir ekonomik ve ticari sistem de yaratılmıştır. Fakat kentler, surlarla çevrili bir alandan ibaret değildir, daha çok geniş sınırları olan yerleşim yerleridir ve teokratik-monarşik bir yönetim sisteminin hâkim olması nedeniyle salt idari bir kimlik değil, dini bir kimlik de taşımaktadır. Ayrıca kentler, din adamları, yöneticiler ve halkın bir arada yaşadığı yerleşim birimleri de olmamıştır; sıradan halk diye tabir edilebilecek insanlar yaşamlarını küçük köy topluluklarında idame ettirmiştir. İktisadi yapısını tarım ve hayvancılığın belirlediği Hitit uygarlığında kentlerin ortaya çıkışı, öncelikle coğrafi ve fiziksel özelliklere, diğer bir deyişle güvenlik ve maişet kaygılarına göre biçimlenmiştir. Sonrasında ise iktisadi ilişkilerin üzerine siyasi-kültürel bir yapının kurulduğu anlaşılmaktadır.
The beginning of the process of establishing a central state by the Hitlers in Anatolia, which shows a particularist appearance with the city kingdoms, in the 17th century BC corresponds to the determination of Boğazköy (Hattuşa city) as the capital within the limits of today's Chorum. The historical urbanization processes of the Hitlers, which have many cities that reflect their social, political and religious structures within the central state borders, have influenced their subsequent societies, and have also hit their mark to the urbanization processes of these societies. Therefore, studying the structural characteristics of this heritage that he has left to us is of great importance not only for the time, but also for the city of today. In the Hitlers, known as the society that implemented the first state organization of the type of empire in the Anatolian geography, in addition to its advanced political structure, a vibrant and effective urban life, a diplomatic function far beyond the age, a professional and social layering and a massive and colorful markets in which the distribution of extra-products is carried out, a economic and commercial system has been created. But the cities are not just an area surrounded by the walls, they are settlements with wider boundaries, and because the theocratic-monarchic system is dominant, they carry not merely an administrative identity, but a religious identity. There were also no cities, religious men, rulers, and settlements where the people lived together; the people who could be called the ordinary people lived in the small villages. The economic structure is defined by agriculture and livestock, the emergence of cities in the Hithic civilization, first and foremost formed according to its geographical and physical characteristics, in other words, the security and the concerns of the country. After that, it is clear that a political-cultural structure is established on economic relationships.
Alan : Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|