Arkeolojinin bir bilim dalı olarak oluşumu öncesinde geçmişe duyulan ilgi ve merakın kökleri eskiçağa dayanmaktadır. Avrupa’da Rönesans ile başlayan Yunan ve Roma dünyasına duyulan hayranlık, zamanla eskiçağ uygarlıklarına ait eserlere “sahip olma” tutkusuna dönüşür. Rönesans sonrasında kadim uygarlıkların anayurtlarından koparılan her türlü kültür varlığının yağmalanarak, Batı’daki büyük müzelere taşınması kutsal bir görev olarak algılanmaya başlanır. Öyle ki başta diplomatlar olmak üzere yabancılar bu yağmacılığı kutsal bir uygarlık misyonu olarak görürler. Batılılaşma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu akım etkilerini gösterecektir. İstanbul’da kurulan Müze-i Hümayun için eski eserlerin toplanmasına çalışılacak hatta ülkedeki ilk kazılar da bilimsel amaçlardan ziyade, müzeye eser kazandırmak amacını taşıyacaktır. Bir yandan da Osmanlı egemenliği altındaki topraklara ait kültür varlıklarının ülkede kalması ve bunlara zarar verilmesine engel olunması yönünde bir bilincin de oluştuğu izlenmektedir. İşgal altındaki Anadolu’da yabancılar tarafından yürütülen eski eser yağmacılığının sürdüğünü gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte geçmişe bakışta köklü değişimler kaydedilir. Artık amaç, daha önce olduğu gibi müzelerin koleksiyonlarına eser sağlamaktan çok daha öte bir aşamaya ulaşmıştır. Kuruluş yıllarında milliyetçiliğin temelini oluşturma çabasındaki cumhuriyet, antropoloji ve arkeoloji çalışmalarına öncelik verir. Böylece, amaç salt bilimsel sonuçlar değil, bir ulusun inşasında temel taşları yerleştirmektir. Cumhuriyetin başlangıçtaki bu yaklaşımıyla gelişen arkeolojik çalışmalar, giderek ivme kazanarak, daha bilimsel bir nitelik taşıyacak ve günümüzde ülkemizin dünya çapında gururla temsil edildiği alanlardan biri haline gelecektir.
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|