Lügatte rağbet etmemek, meyletmemek, terk etmek gibi mânâlara gelen zühd kavramının İslâmî yaşantıda özel bir yeri vardır. Kur’ân’da ise bizzat mevcut olmamasına karşın ıstılâhi içeriğindeki; dünya hayatının geçici, oyun, eğlence, metâ’ ve âhiret yanında kıymetsiz olduğunu vurgulayan ifadeler birçok âyet-i kerîmede geçmektedir. Bu kavramın müslüman hayatındaki önemini, Peygamberimiz’den (s.a.v) nakledilen çok sayıdaki rivâyetlerden de anlamaktayız. Kendisi en mükemmel seviyede bir zühd hayatı yaşayıp; ümmetine de sade, dünyanın kaygılarından uzak ve âhiret odaklı bir hayat yaşamalarını tavsiye etmiştir. Bu kavram İslâmî İlimler içerisinde özellikle Tasavvuf alanında ayrı bir öneme sahiptir. Tasavvuf tarihinin, asr-ı saadetle başlayıp ilk iki asrı içine alan dönemine zühd dönemi denilmiştir. Bu dönemdeki sûfilerinden her biri zühdü; fıtrî temayülleri, içinde bulundukları makamlar ve gerçekleştirdikleri manevî tecrübelere dayalı olarak çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Özellikle de kişinin malı mülkü tamamen terk etmeden, hırs ve arzulardan sıyrılıp Allah’a tevekkül ederek, O’nun rızasını kazanmayı ana gaye edinmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Alan : Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|