11. yüzyılın ikinci yarısında ilk kez Türk toprağı olan, daha sonra bir dönem tekrar Bizans’ın eline geçen, 12. yüzyıldan itibaren Anadolu Selçukluların, 14. yüzyıldan sonra da Osmanlıların hâkimiyetinde kalan Ankara şehri Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte başkent olarak tarihindeki en yüksek idari statüye kavuşmuştur. Bu süreçte pek çok önemli olaya da sahne olan şehirde 12. yüzyıldan itibaren mimaride Ankara üslubu diyebileceğimiz bir Mahalli bir gelenek oluşmuştur. Ankara Selçukluların yıkılışından (1308) sonra Osmanlı hâkimiyetine geçiş sürecinde farklı beylikler ve ahilerin yönetimi altında kalan şehir, bu dönemde Mahalli mimari üslubunun nüvelerini oluşturmaya başlamıştır. 13, 14 ve hatta 15. yüzyıl başlarına kadar inşa edilen cami ve mescitlerde görülen üslup bütünlüğü daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Form olarak cami ve mescitlerin yapı öğeleri, klasik Osmanlı camilerindeki anıtsal görünüşe ve mimari değerlere sahip olamamıştır. Genellikle uzunlamasına dikdörtgen planlı, son cemaat yeri olan, içte düz ahşap tavan, dıştan kiremit çatı ile örtülü, sade cephe düzenlemeli, moloz taş temelli, kerpiç ya da tuğla duvarlı, ahşap doğramalı kapı ve pencere sistemleri olan, alçı mihraplı, ahşap minberli, ahşap kadınlar mahfili ve tavan konstirüksiyonununa sahip mabetler hemen her yüzyılda gelenek haline gelmiştir. Neticede “Ankara üslubu” diyebileceğimiz bir mimari üslup ortaya çıkmıştır.
Alan : Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|