Günümüz çağdaş dünya düzeni içerisinde, gündelik hayata dahi sirayet etmiş olan dijitalleşme olgusu, sanat alanında da kendine önemli bir yer açmıştır. 20.YY.’ın başında Avangart sanatçı ve yazarlar, neden sadece bazı şeylerin ayrıcalıklı ve değerli olduğunu sorgulamışlar; sanat müzelerine, genel olarak da geçmişin sanatının korunmasına karşı çıkmışlardır. Sanatın dijitalleşmesi ve hızlı bir akış içerisine girmiş olması, Boris Groys’un da ifade ettiği gibi, içinde bulunduğumuz çağda sanat eserinin kendi bağlamına bağımlı olduğunun farkına varılmasını sağlamıştır. Bu noktada, Walter Benjamin’in sanat eserlerinin kopyalanmasının ve güvenli bir konuma yerleştirilip koruma altına alınmasının, eserin aurasında kayba neden olduğu savı, dijital sanat eserleri için de geçerli midir? Yoksa geleneksel anlamda somut bir nesne özelliği taşımayan dijital sanat eserlerinde, aura yaratmak mümkün müdür? Dijital sanat eserlerinin gerek oluşturulması aşamasında, gerek arşivlenmesi aşamasında, dijital birer imge olma özellikleri, onlara akış içinde var olabilme özelliği kazandırmakta mıdır? Çalışmada yukarıda aktarılan sorulara cevap bulmak amacıyla öncelikle, literatür taraması temelinde, modernite, post-modernite, sanat, dijitalleşme ve sanatın dijitalleşmesi kavramları incelenecek, ardından örneklem olarak seçilen Refik Anadol’un insanlığın hatıra ve bellek ile olan ilişkisini dijital teknoloji aracılığıyla işlediği Eriyen Hatıralar Sergisi örneği üzerinden, dijital sanat eserlerinin sahip oldukları öne sürülen akış özellikleri irdelenecektir.
Alan : Eğitim Bilimleri; Filoloji; Güzel Sanatlar; Hukuk; İlahiyat; Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler; Spor Bilimleri
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|