Ahlak felsefesinin temel kavramlarından biri olan haz, Antik Yunan’dan günümüze “İnsan ne için yaşamalıdır?” sorusunun cevabı olarak her zaman varolagelmiştir. Bunun temel sebebi, her insanın doğal olarak hazcı bir fıtrata sahip olmasıdır. Nitekim haz almak dururken hiç kimse elem dolu bir hayat yaşamak istemez. Haz kendiliğinden kötü bir duygu değildir. Zaten duygular tarafsızdır. Onları taraflı yapan, iyiye ve kötüye dönüştüren şey, yöneldikleri nesnedeki görüntüleridir. Diğer duygular gibi haz da kaynağı olan zihnin ve yöneldiği nesnenin niteliğine göre iyi ya da kötü bir hazza dönüşmekte, meşru ya da gayrimeşru olmasına göre fazilet veya rezilet haline gelmektedir. Hazzın, diğer duygulardan ayrılan tehlikeli bir yanı var ki o da onun, insan karakterini tamamen ele geçirme ve sınırsızlığa dönüşebilme potansiyeline sahip bir duygu olmasıdır. Diğer duyguların da sınırlarını çizmek kolay olmasa da hemen hemen hiçbiri haz kadar kendi kendini besleyen, kendisi ile büyüyen ve kartopundan çığa dönüşme potansiyeli olan niteliğe sahip değildir. Ayrıca haz, dikkatle bakıldığında kendisi bir duygu olmasına rağmen diğer duyguların içinde varlığını sürdürür. Haz bu bakımdan öylesine temel bir histir ki, diğer duygulara sirayet eder. İnsan bir şey hissettiğinde bu hissi ona haz verebilir. Bu olumlu veya olumsuz duygularda da olabilir. Örneğin güven duygusunun hazzı sevgi iken; kin duygusunun hazzı öfkedir. İnsan ruhunun karmaşıklığına sebep olan durumlardan biri de hazzın bu yapısıdır. Haz kendini yöneldiği nesnelerin durumuna göre farklı şekil ve şiddette gösterir. Haz nesnel bir varlığa yöneldiğinde farklı, soyut veya zihinsel bir nesneye veya kavrama yöneldiğinde farklı renklere bürünür. Haz kaynağının zihinsel ve niyetsel durumu hazzın renklerini belirleyen bir diğer faktördür. Bu bildiri, haz kavramını ahlak felsefesi bağlamında analiz etmek suretiyle onun mahiyetini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir.
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|