İliştirilmiş (embedded) gazetecilik, ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nin 2001 yılında Afganistan’a yaptığı askeri operasyon sırasında uygulanan, ancak gerçek anlamda 2003 yılındaki 2. Körfez Savaşı’nda geliştirilen bir kavramdır. Aslında önceden de fiilen varlığını sürdürmesine rağmen bu dönemde literatüre yerleşmiştir. Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) işgali haklı göstermek ve dünya kamuoyundaki tepkileri önlemek amacıyla, gazetecileri savaş bölgesine kendi kontrolünde ve denetiminde götürerek, kendi iletmek istediği bilgileri ve görüntüleri servis ettirmesi faaliyetidir. Muhabir ve kameramanlar zırhlı bir araca -çoğunlukla bir tanka- bindirilmekte, çatışmaya katılan askerlerle birlikte cephede ilerlemektedir. Bir tür “psikolojik harekât” olarak da nitelendirilebilecek bu olgu “basın etiği” açısından irdelendiğinde ise pek çok soru işaretleri doğmaktadır. Bir muhabirin, savaş ya da çatışma bölgesinde gördüğü ve öğrendiği her şeyi değil de, sadece “görülmesi ve bilinmesi istenen” olayları kamuoyuna iletmesi, gazetecinin asli görevi olan “halkı aydınlatma” işlevi ile çelişki yaratmaktadır. Ama öte yandan, gazetecinin bizzat haberin içinde olması da mesleki açıdan bulunmaz bir fırsattır. Bu kapsamda embedded gazeteciliğin sadece savaş kavramıyla sınırlı olmadığını da belirmek gerekir. Spor muhabiri haberlerini takip ettiği kulübün, polis muhabiri emniyetin, belediye muhabiri belediyenin, parlamento muhabiri de takip ettiği siyasi partinin -fanatik veya ılımlı- bir taraftarına dönüşmektedir. Bu bir tür “postmodern” iliştirilmiş gazeteciliktir. Muhabirin “sempati” duygusunu aşan bu tutumunun izdüşümünde, içinde bulunduğu faaliyetleri iliştirilmiş gazeteciliğe montajlayan ideolojik/kültürel/psikolojik kodlar bulunmaktadır. Muhabir ne kadar tarafsız ve objektif kalmaya çalışırsa çalışsın, bu kodları aşmakta büyük güçlük çekmektedir. Bu çalışmada, embedded gazetecilik etik bir sorunsal olarak ele alınarak, bu kavramın yaygınlığının savaş/çatışma bölgesi ile sınırlı kalmadığı, medyanın ilgili olduğu neredeyse tüm kritik alanlarda varlığını sürdürdüğü örneklerle anlatılmış, konu basın etiği açısından eleştirel bir gözle irdelenmiştir.
İliştirilmiş (embedded) gazetecilik, ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nin 2001 yılında Afganistan’a yaptığı askeri operasyon sırasında uygulanan, ancak gerçek anlamda 2003 yılındaki 2. Körfez Savaşı’nda geliştirilen bir kavramdır. Aslında önceden de fiilen varlığını sürdürmesine rağmen bu dönemde literatüre yerleşmiştir. Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) işgali haklı göstermek ve dünya kamuoyundaki tepkileri önlemek amacıyla, gazetecileri savaş bölgesine kendi kontrolünde ve denetiminde götürerek, kendi iletmek istediği bilgileri ve görüntüleri servis ettirmesi faaliyetidir. Muhabir ve kameramanlar zırhlı bir araca -çoğunlukla bir tanka- bindirilmekte, çatışmaya katılan askerlerle birlikte cephede ilerlemektedir. Bir tür “psikolojik harekât” olarak da nitelendirilebilecek bu olgu “basın etiği” açısından irdelendiğinde ise pek çok soru işaretleri doğmaktadır. Bir muhabirin, savaş ya da çatışma bölgesinde gördüğü ve öğrendiği her şeyi değil de, sadece “görülmesi ve bilinmesi istenen” olayları kamuoyuna iletmesi, gazetecinin asli görevi olan “halkı aydınlatma” işlevi ile çelişki yaratmaktadır. Ama öte yandan, gazetecinin bizzat haberin içinde olması da mesleki açıdan bulunmaz bir fırsattır. Bu kapsamda embedded gazeteciliğin sadece savaş kavramıyla sınırlı olmadığını da belirmek gerekir. Spor muhabiri haberlerini takip ettiği kulübün, polis muhabiri emniyetin, belediye muhabiri belediyenin, parlamento muhabiri de takip ettiği siyasi partinin -fanatik veya ılımlı- bir taraftarına dönüşmektedir. Bu bir tür “postmodern” iliştirilmiş gazeteciliktir. Muhabirin “sempati” duygusunu aşan bu tutumunun izdüşümünde, içinde bulunduğu faaliyetleri iliştirilmiş gazeteciliğe montajlayan ideolojik/kültürel/psikolojik kodlar bulunmaktadır. Muhabir ne kadar tarafsız ve objektif kalmaya çalışırsa çalışsın, bu kodları aşmakta büyük güçlük çekmektedir. Bu çalışmada, embedded gazetecilik etik bir sorunsal olarak ele alınarak, bu kavramın yaygınlığının savaş/çatışma bölgesi ile sınırlı kalmadığı, medyanın ilgili olduğu neredeyse tüm kritik alanlarda varlığını sürdürdüğü örneklerle anlatılmış, konu basın etiği açısından eleştirel bir gözle irdelenmiştir.
Alan : Hukuk; Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler
Dergi Türü : Uluslararası
Benzer Makaleler | Yazar | # |
---|
Makale | Yazar | # |
---|